NASA’nın Türk Astrofizikçisi ile Konuştuk!
NASA/JPL (Jet Propulsion Laboratory)’de astrofizikçi olarak çalışmalarını yürüten Dr. Umut Yıldız ile NASA’nın geleceği ve gelecek teknolojiler üzerine konuştuk. İşte detaylar!
Ankara Üniversitesi, Astronomi ve Uzay Bölümlerini tamamlayan, daha sonra Hollanda’daki Groningen Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan, ardından da Leiden Üniversitesi’nde Yıldız Oluşumu ve Molekül Astrofiziği alanında doktora yapan Dr. Umut Yıldız ile uzun ve detaylı bir röportaj gerçekleştirdik.
Kendisi şu an NASA’nın Derin Uzay İletişimi alanında görevli olarak çalışıyor. Ayrıca Kaliforniya’nın uzay çalışmalarını yürüten Jet Propulsion Laboratory (JPL) bünyesinde de Astrofizikçi olarak görevine devam ediyor. Tüm bu uzay çalışmalarının yanı sıra teknoloji alanında da uzun hizmetler vermiş biri.
Röportaj boyunca bilinen NASA çalışmalarının yanı sıra NASA‘nın geleceği, sibernetik ve robotik teknoloji olarak geleceğimiz ve popüler bilim gündemi hakkında da konuştuk. Keyifli okumalar.
Tayfun Kumaş (SDN): Bilim gündemimiz, şu an yapay zekâ ve sibernetik organizmalar üzerinde oldukça yoğun bir durumda. Hatta Cyborg’ların gerçekleşmesi de an meselesi diyebiliriz. Tüm zamanların en iyi bilim kurgu film serisi olan Terminatör’ü de örnek verecek olursak, filmin vizyona geldiği 1984 ve 1991’li yıllarda bu konuyu düşünmek bile tamamen hayal ürünüydü ancak şu an bu durum hayal olmaktan öteye gitti. Kişisel olarak 2030’larda kesinlikle gerçekleşeceğine inanıyorum. Sizin bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Umut Yıldız (NASA/JPL): Aslında son birkaç yıldır haberlerde neredeyse farkında bile olmadan paylaştığımız birkaç gelişme var. Dediğin gibi önceleri filmlerde izliyorduk ama şimdi robot teknolojisi o kadar hızlı gelişme gösterdi ki filmlerdeki hayal gücünü bile neredeyse geride bırakıyor. Aslında bu hızın, özellikle birkaç yıl önce Google’ın Boston Dynamics robot şirketini satın almasıyla beraber yine Google’ın DeepMind adlı derin öğrenme şirketini de almasıyla başladığını görüyoruz.
Blog yazılarında ya da haberlerde geçen en büyük korku da robotların yakında işimizi alacak korkusu oluyor. Bu kaçınılmaz bir şey ve elbette olacak. Nasıl ki binlerce yıllardan beri nesilden nesile aktarılan mesleklerden olan tarım ve hayvancılık, 1700’lerin sonunda James Watt’ın buharlı makineyi icadıyla, sonrasında elle yapılan tarımın yerine geçtiyse, bugün de elle yapılan birçok işin yerine robotlar geçecek. Belki gelecekte bütün işlerimizi de robotlara devredeceğiz. Korkularımızda bir anda gerçekten robotlar işlerimizi alıyor diye böylelikle de insanlığın robot karşıtlığı yapacağı gibi duruyor. Zaten buraya kadar yaşanılanlar hepimizin bildiği konu ancak buradan sonra benim düşüncem ise belki biraz daha farklı olacak. Belki o zaman toplum olarak daha da gelişebileceğiz ve belki de gerçekten insanlar çalışmak zorunda kalmayacaklar.
Çalışma alanlarımız daha düşünsel yani bilim, sanat ve ticaret gibi şeylere mi kayacak diye merak ediyorum. Biraz düşünürsek, zaten genel olarak bizim yaptığımız iş; bir şeyler üretmek ve bunları birilerinin satması ise, her türlü üretimi belki de robotlar yaptıktan sonra bütün mesele bunların satılması olarak kalacak. Böylelikle bir döngü oluşup bütün ülkeler ile bir ticaret dengesi ile insanlığın ihtiyacı olan şeyleri robotlar üretse ve satsa ve bu satıştan elde edilen gelir halka paylaştırılsa böylece insanlar beden gücü gerektiren işler yapmak zorunda kalmasa, netice olarak sürekli toplum hayatının daha güzele gitmesi için çalışsa ne güzel olurdu. Evet, fazla ütopik gibi duruyor. Çünkü biz aç gözlüyüz ve henüz sosyal devlet anlayışının ne demek olduğunu bilmiyoruz.
Örneğin Batı Avrupa ülkelerindeki sosyal devlet anlayışında işsizlik maaşı dahil birçok şeyle halkın aç kalması önlenmiş. Hollanda’da 8 yıl yaşadım ve gördüm ki kendi istediği haricinde sokaklarda kalan insanlara rastlamak çok çok zor. Kendi geliri dahilinde olmazsa, her insanın mutlaka en azından karnını doyurup, başını sokabileceği bir ev belediye tarafından tahsis ediliyor. Bu tür ülkeler dediğim bu ütopyaya çok daha yakınlar. Yani üretimi tamamen robotlar yapsa ve gelir paylaşılsa ve insanlar sadece mutlu olmak için çalışsalar şeklinde bir düşünce evrimi bence bu toplumlarda çok daha hızlı ortaya çıkacak. Belki yine dünyanın her yeri eşit ve adaletli olmayacak ama zaman içinde dünyanın diğer ülkeleri de bu sisteme uyum sağlayabilirler.
Tayfun Kumaş (SDN): Tam olarak hatırlamıyorum ama Richard Dawkins ya da Stephen Hawking’in sosyal medyada gördüğüm bir sözü vardı; “İnsan aklı, düşündüğünden ötesini yapabilecek derece güçlüdür” diye bir sözdü (Aklıma bu kadarı geldi). Söyleyen kişiyi şu an tam olarak kim olduğunu bulamadım ama bu sözü ilk gördüğümde ve düşündüğümde, bu konuyla ilgili bilgi birikiminin yüksek olduğunu gördüğüm tiyatrocu bir arkadaşım Nuri Gökaşan’a konuyu açmıştım ve beni oldukça etkileyen çok güzel bir örnek vermişti.
Verdiği örnekte ise kendi zamanında radyolar daha yeni yeni ülkemize gelirken, o dönemlerde okuduğu Ay’a Yolculuk romanını, 1705 senesinde yayınlanmıştı. Bu romandan 264 sene sonra Apollo 11 ile Ay’a yolculuk yapıldı ve Neil Armstrong sayesinde uzaya ilk defa ayak basıldı.
Yine benzer bir örnek olarak Denizler Altında 20000 Fersah romanına 1870 senesinde yayınlandı ancak bu romandan sonra denizaltı icat edildi. Her ne kadar bu kitapların yayınlandığı tarihte, Ay’a yolculuk saçmalık, denizaltının olacağının hayalini kurmak delilikti fakat hepsi zaman içerisinde gerçekleşti. Roman harici filmlerden örnek verilecek olursak; Star Trek’teki tablet PC’ler, gözlükler vs. şu an hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Mesela Back to the Future filminin birçok kehaneti de gerçekleşti. Oyunlara gelecek olursak; 2012 senesinde yayınlanan Call of Duty: Black Ops II ile ilk defa bir Call of Duty oyunu geleceği konu almıştı. Oyunda Drone’ları savaş alanında çok görüyorduk. Tabii ülkemiz için söylemek gerekirse 2012 senesinde Drone’un ne demek olduğunu bilmiyorken, şu an Drone’un ne demek olduğunu bilmeyen kalmadı. Hatta bakkallardan Drone ile bile sipariş yaptık. Geçtiğimiz günlerde de Drone’ların savaş alanında kullanılacağı kesinleşti.
Aslında bu örneklerden yola çıkarak, şu an yapay zekâlı robotların yani Cyborg’ların var olacağını düşünmek ve gelişen teknolojinin ilerleyişini de dikkate alarak buna inanmak delilik mi olur, yoksa öngörü olabilir mi ve bu tip örnekler aslında bu tür film, oyun ve roman içeriği üreticinin fikri midir, yoksa erkenden gelecek hakkında insanları alıştırmak için ilgililerin desteği midir?
Hem de özellikle son üç yılda Gravity, Interstellar ve The Martian olmak üzere her sene yıla damgasını vuran uzay yapımlı filmler çıkmaya başladı. Her ne kadar favorim Armageddon olsa da, o film aksiyon odaklıydı. Bruce Willis’den dolayı ve özellikle Soundtrack’lerinden dolayı seviyorum ancak az önce örnek verdiğim bu son üç film, daha çok bilimsel odaklı. Bu filmlerin geleceğe dair bize belli bir mesajları var mı?
Ayrıca bu filmleri izlediyseniz, filmlerin işleniş hakkındaki fikrinizi ve sizin de benzer film önerileriniz varsa bizimle paylaşır mısınız?
Bilim ile Bilim-Kurgu Arasındaki Fark Zamandır!
Umut Yıldız (NASA/JPL): Bence bilim ile bilim-kurgu arasındaki fark zamandır (Tabii senaryo makul oldukça). Yani uzunca anlattığın örnekler, aslında birilerinin başka birilerini farklı fikirlere alıştırma fikirlerinden öte o insanların gerçekten hayal güçleri ile gelecekte yaşıyor olmaları ve bunu kitap olarak basacak cesareti bulmalarından kaynaklanıyor.
Desem ki; bir yaz günü deniz kenarına gidin, tam karşınızda güneşin batısıyla beraber ufka bakarak uzanın ve yıldızlara bakarak acaba gelecek nasıl olacak diye saatlerce düşüncelere dalın. Eminim birçok kişide çok ilginç gelecek senaryoları yapacak kadar hayal gücü vardır fakat sorun şu ki hiçbirimiz Jules Verne gibi bunu kitap haline getirmiyoruz. Özellikle bu fikirlerini yayınlayanlar da bir nevi bizim geleceğimize de yön vermiş oluyorlar. Tabii hayal gücünü kullanmak aynı zamanda gerçeklikten kopmak anlamına gelmiyor. Özellikle gerçekliği kullanarak hayal ederek yazılan kitaplar ve çevrilen filmler çok ilgi çekiyor. Jules Verne’in bahsettiğin kitapları gibi özellikle son zamanlarda popüler olan Marslı veya Interstellar filmleri gerçeklikle bilim-kurguyu aynı anda içerdiği için bizi hızlı etkisi altına aldı. İlk cümleme dönersem, bilim ile bilim-kurgu arasındaki fark zamandır. Yani bilim belli bir zaman sonra bilim-kurguya yetişecektir.
Öte yandan Hollywood’un aslında bizi bir şeylere hazırladığı şeklinde birçok komplo teorisi var. Belki doğru, belki yanlış ama bizi gerçekten çok etkileyen filmler yapıyorlar. Öyle ki hayatımız bile sanki onları gerçek kabul ederek gidiyor. Benim yaşımdakiler de iyi bilirler; bizim zamanımızda Ninja Kaplumbağalar adlı çizgi filmi vardı, orada da bir X boyutu vardı. Tabii biz çocuktuk o zamanlar ama ben yıllarca bir X boyutu varlığı ve bir gün onu bulacağımız hayaliyle yaşadım.
Şu anda üzerinden uzun zaman geçtiği için gülümseyebiliyoruz fakat son zamanlardaki trend, bilim kurgu roman/filmlerinin içine bilimsel gerçekleri de işleyerek kurgulamak. Belki biz yıllar içinde farklı bir düşünce evrimi geçiriyoruz ve gerçekliğe uzak bilim-kurgu bize artık saçma geliyor ve Hollywood’a “hadi ama biraz daha gerçekçi olun” diye yorumlar yapıyoruz. Ben Superman filminin altındaki bir yorumda filmin senaryosunun hiç gerçekçi olmadığına dair bir yorum görünce gülmüştüm. Yani belki eskiden beri geldiği için Superman’ın uçabildiğine ve kıyafetlerinin altında kırmızı-mavi tayt ile mavi çizme olduğu normal geliyor ama senaryonun diğer yanları da pek gerçekçi değilmiş.
Tayfun Kumaş (SDN): Birkaç sene öncesinde Steven Hawking’in bu konu ile ilgili olan bir sözünde yapay zekâ insandan da öteye olacak, hatta yapay zekâ insanlığın en büyük ve son başarısı olabilir demişti. Yapay zekâ icat edildi ve halen güncelleniyor. Geçtiğimiz günlerde yapay zekânın yazdığı bir kitap, az kalsın edebiyat ödülü almak üzereydi. Şu an yapım aşamasında olan yapay zekânın bile, çoğu insandan daha zeki olduğunu görebiliyoruz. İlerleyen senelerde yapay zekânın gücü, insanları bile geçtiğinde ve mantık çerçevesinde ilerlediğinde bizlere tamamen faydalı mı olur, yoksa felakete mi sürükler?
Umut Yıldız (NASA/JPL): Robotların bizden zeki olmasının bizi korkutmasının en büyük sebebi, bence bizim kötü olmamız ve kötü ve zeki insanların toplumlara nasıl zarar verdiğini tarihten bildiğimiz için robotların da zeki olduğunda bize aynı şeyi yapacağını düşünmemizden kaynaklanıyor.
Evet, robotlar bizden zeki olabilirler ve olacaklar da. Örneğin, Shazam app’i, bir şarkının çıktığı anda meşhur olup olamayacağını dakikalar içinde anlayabiliyorken, eHarmony gibi çöpçatan siteleri de binlerce algoritmalarıyla kişisel karakterinize en uygun eşi mahallenin çöpçatan teyzesinden daha iyi bulabiliyor. Özellikle Google ve Facebook gibi global veri firmaları, bize ait veriler ile yaşam şeklimizi ve bulunduğumuz kültürün özelliklerini bile hızlıca çıkarabiliyor ve geleceğimizi tahmin edebiliyor. Bunu “derin öğrenme” (deep learning) yöntemleri ile dünyadaki her türlü merkezlerden toplanan bütün verileri toplayarak “öğrenme yapan” ve buna göre kararlar alan süper bilgisayarları ile yapıyorlar.
Kötü Niyetli Olan Bizleriz, Robotlar Değil!
Ancak… Başta da dediğim gibi kötü niyetli olanlar aslında biziz yani insanlar, robotlar değil! Robotlara güzel şeyler yüklerseniz, güzel şeyler yaparlar fakat fesatlık, kötülük, ahlaksızlık yüklerseniz bu sefer kötü kararlar almaya başlarlar. Her ne kadar farkında olmasak da şu an itibarı ile de bu teknolojiler bizi korkutmaya yetecek derecede çok şey biliyorlar. Örneğin güvenlik adı altında her şeyimiz takip ediliyor, bunu hepimiz biliyoruz ve bunun hakkında hiçbir şey yapamıyoruz. Aslında kaynağa baktığımızda bizi takip edenler neticede insanlar, bilgisayarlar değil. Umuyorum ki bu algoritmalar iyi ellerde iyi şeylere hizmet versinler ama bu da bugünün dünyasında çok ütopik bir düşünce sanırım.
Tayfun Kumaş (SDN): Boston Dynamics’in robotları döverken ve eziyet ederken yayınladığı bir video, sosyal medyada büyük bir eğlence konusu olmuştu. Bu videoya geyik amaçlı birçok montajlarda yapıldı. Tabii birçoğuna gülmekle beraber aklımdan geçen tek bir soru oldu. O da bu robotların beta aşamasında olup, sadece gelen tepkilerin analiz edildiğini ve ona göre yeniden yapılandırılacağına dair. Tabii aklıma da bu robotların, robotik askerler olacağı yargısı da gelmedi değil. Sizin bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Robotların İlk Kullanım Alanı, Askeri Alanlar Olacak!
Umut Yıldız (NASA/JPL): Elbette bu robotların, özellikle ilk kullanım alanı askeri alanlar olacak. Çünkü zorlu şartlar altında sefere çıkan askerlerin kendilerini bir yerlere götürmek zorunda oldukları gibi yanlarında birçok lojistik de taşımak zorunda olmaları gibi bir gerçek var. Dağda, bayırda bu lojistik taşımanın da büyük yorgunluğa yol açacağı da aşikar. Gördüğümüz katır gibi olan robotlar da aslında tam bu görev için tam ideal pozisyonda olacaklar ve üzerine birçok yük bindirip zorlu şartlarda askerlerle sefere çıkabilecekler. Sanırım gözden kaçan en büyük zorluklardan birisi de dağınık şekilde hareket eden askerlere uyum sağlayacak şekilde, kendileri düşünüp aynı hızda ve autonomuş olarak kendi kendine hareket edebilmeleridir. Böylece ne askerlere çarpıyorlar, ne de yavaş veya hızlı gidiyorlar. Benim de aklıma gelen neden insanoğlu öldürmeye bu kadar yatırım yaparken, yaşatmaya yatırım yapmak ikinci planda kalıyor? Birçok ülkenin tek celsede askeri bütçesi aynı ülkenin eğitim, bilim ve sanat bütçesinden çok daha düşük. Neden, neden ve neden?
Bugün Veri Toplayanlar, Veriye Sahip Olanlar ve Veri Bilimi Yapanlar,
Aynı Zamanda Yarın da Dünya’nın Sahibi Olacak.
Tayfun Kumaş (SDN): “Data is the new oil” hakkında açıklamalarda bulunmuştunuz. Petrol çağı bitince su savaşlarının çıkacağına inandırılmış olsak bile sizin teorinize göre Petrol Çağı bittiğinde, verinin öneminin önemli olduğunu vurgulamıştınız. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi verir misiniz?
Umut Yıldız (NASA/JPL): Bu konuda sayfalarca yazabilirim, çünkü gerçekten “data is the new oil” ve Türkiye olarak biz bunun neredeyse hiç farkında bile değiliz. Aslında tepkisiz kalan sadece Türkiye değil, henüz bunun farkına varmış sadece birkaç ülke var ve bir şeyler yapmaya başladılar. “Data” yani “Veri”, o kadar ilginç bir yasal statüde ki, örneğin benim hakkımda verileri bir internet sitesi ile paylaşırsam, artık bu verinin sahibi ben olmuyorum, o web sitesi oluyor ve verilerimle ne yapıp yapmayacağı tamamen ona kalmış oluyor. Size 6 puntolarla bir şeyler gösteriyor veya göstermiyor. Sadece bilgilerinizi girdikten sonra “Kabul Ediyorum” tuşuna basıp geçiyoruz ve siteyi kullanmaya başlıyoruz. Özellikle ücretsiz hizmet veren siteler ile size ait verileri kullanma hakkını direk o şirkete verirsiniz. Böylece onlar, benim o site içerisinde neler yaptığımı takip edebilir ve bana uygun reklam çıkartır. Böylelikle site bundan kazanç elde eder.
Verinin önemi deyince sadece kişisel veriler akla gelmesin. Örneğin NASA’nın farklı alanlarda görev yapan ve dünyayı izleyen birçok uydusu vardır. Bunlar da sürekli veri toplarlar. Bazı uydular güvenlik için kullanılabilirken, bazıları da topraktaki nemi ölçer ve sizin en verimli tarımı nerede yapacağınızı tespit eder. Sonrasında da buna göre harekete geçilir. Yani bu dünyaya ait veriler olmasa karambole, yılların gelenekleriyle verimsiz tarım yaparsınız ve kendinizi bir şeyler ürettiğinize ikna edersiniz. Ama böyle bir veriye sahip olsanız daha akıllıca ve verimli üretirsiniz.
Tesla, Üzerinde Tekerlekler Olan Bir Süper Bilgisayar!
Örneğin Tesla, içinde bilgisayar olan bir elektirikli araba sanılıyor, tam tersine Tesla, üzerinde tekerlekler olan bir süper bilgisayar. Daha binlerce konuda örnekler verilebilir ama ne demek istediğim sanırım anlaşılıyor. Bugün veri toplayanlar, veriye sahip olanlar ve veri bilimi yapanlar, aynı zamanda yarın da dünyanın sahibi olacaktır.
Tayfun Kumaş (SDN): Google, Boston Dynamics, SpaceX gibi özel şirketler, bu konu hakkında büyük adımlar atıyor. Eğer Skynet gerçekleşirse sizce bunu hangi firma başarır?
Umut Yıldız (NASA/JPL):Tabii ki Google!… Becerebiliyorsanız Google’ı hackleyin bakalım. 🙂
NOT: Burada bahsettiğimiz Skynet; yapay bir bilince sahip bir yapay zekâ sistemidir. Terminatör serisinden tanıdığımız Skynet, aslında yapay zekâyı temsil eder. Yani filmdeki Skynet şirket değildir. Filmdeki şirketin ismi Cyberdyne’dır.
Tayfun Kumaş (SDN): NASA, Marsta su bulunduğunu açıkladığı haftada, yeni bir dünya keşfettiklerini dile getirmişti. Kişisel olarak evrenin büyüklüğüne ve her gün kendi kendine gelişerek ilerlediğine inanan biriyim. Bizim güneş sistemimizde olmasa bile elbette ya bize benzer şekilde insanların çok uzaklarda yaşadığı galaksinin olduğunu ya da su ayısı gibi uzayda yaşayan canlıların olduğuna inanıyorum. Ya izleniyoruz ya da onların teknolojisi bizimkilerden bile düşük seviyede. Sizin uzaylı teoriniz ve bu konudaki inancınız ne yönde?
Umut Yıldız (NASA/JPL): Şu an benim söyleyeceklerim, tamamen benim inancım ve elimde ne bir gözlem, ne de bir deney ile kanıtlayabileceğim herhangi bir bulgum yok.
Her zaman söylediğim cümle şudur: Başka gezegenlerde canlıların olduğuna inanıyorum ama Dünya’ya geldiklerine inanmıyorum. Çünkü mesafeler çok uzak ve ışık hızına yakın hızda bile gelseler, ışığın hızı sonlu olduğu için yolculuklar yıllarca süre alacak.
Bence Ne Uzaylılar Tarafından İzleniyoruz, Ne De Şimdilik Bize Ulaşan Bir Uzaylı Geldi.
Birçok uzaylı gördüğünü iddia edenlerin elinde fotoğraf ve video haricinde kanıt yok. Fotoğraf ve videolar da çok basit bir şekilde ufo yerleştirilebilen ortamlar. Ben daha çok somut bir kanıt gördüğümde inanacağım, yani onlarca ışık yılı mesafelerden bu canlıların gelip saklanacakları fikri pek mantıklı gelmiyor bana. Yani düşünün, üstün bir teknoloji icat ettiniz ve uzaktaki akıllı yaşam olan bir gezegene siz vardınız, ne yaparsınız? Yüzyıllarca saklanır mısınız, aman bunlar bizi görmesin diye, ya da hemen o gezegeni yok etmek için kötü düşüncelere mi girersiniz? Hele uzaylıların o kadar ışık yılı mesafeyi aşıp, buralara kadar gelip, sonra tam Dünya’ya vardığında kaza yapması spekülasyonlarına ne demeli? Onların şanssızlığı mı? Bence ne uzaylılar tarafından izleniyoruz, ne de şimdilik bize ulaşan bir uzaylı geldi. Ama olur da biz kendi kendimizi yakında yok etmezsek, umuyorum bir zaman sonra ya biz gideceğiz ya da onlarla karşılaşacağız.
Tayfun Kumaş (SDN): Seneler önce yapılan bir anlaşmasına göre uzay hiçbir ülkenin malı değildir diyerekten ne asteroit üzerinde, ne Ay üzerinde, ne Mars üzerinde uzay madenciliği yapılamıyor. Bu konu hakkında, geçtiğimiz dönemlerde ABD kongresi, uzayda maden arayacak şirketlere hukuki izin verilmesini onayladı. Sizce bu durum yasallaştığında ve dünyaya maden getirilmesi nelere yol açar?
Umut Yıldız (NASA/JPL): Uzay kanunu çalışması, insanoğlunun uzaya henüz yeni gittiği 1957 yılında başladı diyebiliriz. O sıralar Amerika ve Rusya arasında bir uzay yarısı vardı ve ülkeler gayet paranoyaktı. Yani sonuçta uzaya çıkarılan bir cisim yerinde durmuyor ve yörüngeye girince bir Rus uydusu Amerika’nın üstünden geçebiliyor ve aynı şekilde diğeri de olabiliyor. Sonrasında bunun normal bir şey olduğu kanun koyucular tarafından anlaşıldıktan sonra belli şeyleri uluslararası garanti altına almak için 1959 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanılması” ile ilgili bir komite kuruldu. Bu komitenin hazırladığı kanun 1967 yılında Türkiye’nin de taraf olduğu “Dış Uzay Anlaşması” şeklinde birçok ülke tarafından imzalandı. Bu kanuna göre Ay, gezegenler veya asteroidler gibi hiçbir cisim, hiçbir ülkenin malı değildir.
ABD’de Bir Şirket Açarak Uzay Konularında Çalışmalar Yapabilirsiniz.
Tabii yıl oldu 2016 ve artık uzaya çıkmak 1960’li yıllara nazaran çok daha kolaylaştı. Özellikle insanoğluna bir hedef vermek üzere ABD, bu kanunu bir nevi by-pass ederek, herhangi bir ABD vatandaşı ya da herhangi bir ABD şirketi, herhangi bir yabancı şirket ama ABD’de kolu olan bir şirket, uzaya çıkıp herhangi bir cisme gidip, oradan herhangi bir maden ya da herhangi bir şey getirirse onundur şeklinde bir kanun geçirdi. Yani yapılan anlaşmaya aykırı gibi görünse de ben bunu olumlu bir şey olarak değerlendiriyorum. Çünkü, uzay çalışmaları devlet desteğinden çıkıp, özel şirketlerin kar amaçlı ticari faaliyetine dönüşmedikten sonra bir yerde takılıp kalacaktı. Şu anda gökyüzünde altın bulmuş gibi birçok özel şirket bu amaçla bir şeyler planlamaya başladı. O bakımdan ben bunu destekliyorum, eğer ki asteroid madenciliği ile ilgili bir şeyler yapmak isterseniz, ABD vatandaşı olmasanız bile ABD’de bir şirket açarak bu konuda çalışmalar yapabilirsiniz.
Tayfun Kumaş (SDN): Takip ettiğim bilgilere göre; Amerika‘da, uzay teknolojileri artık daha da hükümetlerin dışında kalmaya başladı. Özel şirketler uzay çalışmaları konusunda çok ciddi yatırımlar Mesela SpaceX. Devletten bağımsız olarak çalışmalar yürüten özel şirketlerin NASA‘ya bile iş yaptığını görüyoruz. Bu durumun iyi ya da kötü yanları nedir sizce?
Umut Yıldız (NASA/JPL): Önceki soruda dediğim gibi bu çok olumlu bir gelişme. Bazen Hindistan’ın NASA’dan çok daha ucuza Mars’a gitmesi veya Birleşik Arap Emirlikleri’nin Mars’a uydu göndermesi ile ilgili yapılan planlar ile ilgili bazı yanlış anlaşılmalar var. Bu ülkeler sıfırdan birşeyler yapmıyorlar, hem NASA’nın bilgi birikimini kullandıkları gibi NASA bu ülkelere amaçlarına ulaşması için destek veriyor. Yani Mars’a kadar gidip, Mars yörüngesine girmek gerçekten hiç kolay bir şey değil ve çok büyük deneyim gerektiriyor. NASA birçok defa Mars veya diğer misyonlarda başarısız olduktan sonra, bugün bu deneyimleri paylaştığından dolayı, yeni ülkeler başarılı olabiliyorlar. Yoksa onlar da 50 yıl öncesinden başlamak zorunda kalacaklardı ama birçok ülkenin ABD’nin sabri gibi başarısızlığa uzun süre pek tahammülü yok. Düşünsenize Türkiye 6 kez Ay’a inmek için araç gönderiyor, ve 6 kez düşüyor. Bu kadar uzun süre devlet destekler miydi? Ama ABD, Ranger uydularıyla bu sabrı gösterdi ve 7.sinde başarılı oldular. Bana sürekli soru geliyor, diyorlar ki, diğer ülkelerin başarısını NASA kıskanıyor mu? Elbette hayır, aynı yolda beraber çalıştığı başka bir organizasyonu neden kıskansın? Sevinçlerine hep beraber ortak oluyoruz.
Aynı şekilde devletten bağımsız özel uzay şirketlerinden kastımızda da henüz sadece ABD şirketleri diyebiliriz. Taşeron olarak uzay ajanslarının projelerine parça üreten dünyada birçok şirket var, ama bunların hiçbiri tek başına uzaya gitme yetişine sahip değil. Sadece ABD’deki SpaceX bunu sistematize etmeyi başardı ve diğer birkaç şirket daha henüz yolda, ama onlar da hızla geliyorlar. Ben bu dönemi hala uzay çağının ilk günleri olarak değerlendiriyorum, yani henüz hala uçağı ilk icat eden Wright Kardeşlerin 1903’deki durumunu yaşıyoruz. Ama 100 yıl içerisinde havacılık teknolojisi o kadar çok ilerledi ki, artık uçağa binmek bir lüks değil ve bir yerden bir yere gitmek çok kolaylaştı. İşte aynı şekilde uzay teknolojisi henüz bu durumda değil, ve bu döngüyü kırmak da özel şirketlerin çalışmalarına bakıyor. Umuyorum, bundan sonra çok daha fazla ülkede çok daha fazla uzay şirketi kurulur ve bizim neslimiz tükenmeden uzaya çıkmanın çok normal olduğu günleri görürüz.
Tayfun Kumaş (SDN): Space X’in Falcon 9 adlı roketi, kalktığı gibi dikey iniş yapmayı başarmıştı. Yani Mass Effect gibi birçok oyunda gördüğümüz teknoloji gerçek olmuştu. Call of Duty: Infinite Warfare’da da geleceğe dair gösterişler olacağına eminim. Bu roketin rahatça bir şekilde inişi ve kalkışı, gezegenler arası yolcuğa dair ilk adımlar olabilir mi?
Umut Yıldız (NASA/JPL): Hayatımda çocukken oynadığım Super Mario Bros harici bir oyun oynamamış birisi olarak ilk cümlelerini “hmm hmm” deyip kabul ediyorum 🙂 Dikey iniş kalkış, sadece başka gezegenler arası yolculuk için değil, Dünya için de çok çok çok önemliydi. Çünkü bir roketin en büyük masrafı hem işçilik, hem de birinci kat roketin maliyetiydi. Elon Müşk’un geçenlerde bir röportajında; “çalışanlarıma söylüyorum, her fırlatılışda 30 milyon dolarımızı yakıyoruz, bunu nasıl geri kazanabiliriz” sözü, aslında şirket patronu olarak haklı bir soru, eğer ki bu maliyeti düşürürse, daha ucuza fırlatma yapabilecek ve böylece uzaya daha fazla bir şeyler gönderme olanağı olacak. Aynı şekilde Mars’a gittiğimizde de, roketleri yeniden kullanmak çok daha önemli. Çünkü Ay’ın çekimi dünyanın çekiminin altıda biri ve Mars’ın çekimi, dünyanın çekiminin yaklaşık üçte biri olduğu için Mars’tan tekrar yukarı kalkmak, Ay’a nazaran daha zor. Bu da tekrar kullanılabilen teknolojilerin önemini gösteriyor.
Tayfun Kumaş (SDN): Aktif bir sosyal medya kullanıcısınız. Size gelen her türlü soruları ve yorumları okuyor ve yanıtlıyorsunuz. Türk insanlarının ve takipçilerinizden gelen geri dönüşleri göze aldığımızda, en çok karşılaştığınız olumlu yorumlarınız ve olumsuz olarak şikayetleriniz nelerdir?
Yeni Öğrendiğim Şeyleri Paylaşmayı ve İnsanlardan Geri Dönüşleri Almayı Seviyorum!
Umut Yıldız (NASA/JPL): Evet, aslında çok aktif olmasam da yeni öğrendiğim şeyleri paylaşmayı ve insanlardan geri dönüşleri almayı seviyorum. Öte yandan benimle bugüne kadar abartmayayım ama birkaç bin öğrenci mesaj yazarak kontak kurdu ve uzay ile ilgili hayallerini ve bir şeyler yapmak istediklerinden bahsetti. Elimden geldiği kadar hepsine cevap vermeye çalıştım ve halen de devam ediyorum. Çünkü sürekli dediğim gibi bugün bir uzay ajansı bile kursak, insan olmadan hiçbir şey olmaz. Bir uzay ajansı inşaat projesi değildir, bilakis, insan ve kültür projesidir. Şu anda toplamda Türkiye’de uzay ile ilgili kariyeri olan toplam 500 kadar kişi olduğunu düşünürsek, eğer ki bu öğrenciler hedeflerinden şaşmazlarsa umuyorum yakın gelecekte yetişmiş kaliteli insan sayısı bakımından kritik kütleye ulaşabileceğiz.
Sosyal medyada genelde gayet olumlu bilgi paylaşımı ve muhabbet yaptığımız gibi bazen insanlar kırıcı da olabiliyor ama takipçi sayısı arttıkça buna alışmayı da öğrenmek gerekiyor. İnsanlar sahte hesaplar kullanarak başka birilerinin profillerine kötü yorum yazınca sanki iş orada bitiyormuş sanıp kendi hayatlarına devam ediyorlar. Ama biz gerçekten özellikle taglanmışsak bunları görüyoruz, okuyoruz, bazen moralimiz bozuluyor, bu insan bana niye böyle dedi diye düşünüyoruz. Özellikle olumsuz yorum yazmayı kendine görev edinen arkadaşlara sesleniyorum, lütfen yaparken bir düşünün, karşınızdaki de bir insan ve gerçekten bu kötü yorumu hakedecek derecede sana ne yaptı diye düşünün diyorum. 🙂
Tayfun Kumaş (SDN): Ülkemizde, sizin gibi Astrofizik alanından mezun olan ya da mezun olacak olan arkadaşlara tavsiyeleriniz nelerdir? Son olarak ise NASA’da her daldan, her bakıma çalışan ihtiyacı olduğunu vurgulamıştınız. Mesela ben Editör olarak orada çalışabilir miyim, Web tasarımları ve grafik işleri ile uğraşabilir miyim ya da mezun olduğum Elektrik Elektronik alanında çalışmalar yöneltebilir miyim? Tabii bunlar örnek.
Umut Yıldız (NASA/JPL): Ben hep uzay ile ilgili kariyer diyorum, uzayı özellikle astronomi veya astrofizik ile kısıtlamak istemiyorum. Dediğiniz gibi, sürekli vurguladığım üzere, NASA’da her alanda, her dalda çalışan insanlar görüyorum ve uzayın birçok disiplini kapsayan tamamen disiplinler arası bir şey olduğunu görüyorum. Bana bazen sizin gibi Twitter’dan yazarlar, bir meslek söyleyip, bunun uzay ile ilgili bir kariyeri olabilir mi diye, ve ben açıkçası neredeyse her seferinde bir kariyer bulma şansım oluyor 🙂 Aynı şekilde sizin mesleğinizde de, hem Elektrik Elektronik Mühendisliği mezunları (ki zaten burada çok aranan bölümlerden), hem de web tasarımı vs gibi alanlarda NASA’nın outreach bölümü gibi yerlerde uzay ile ilgili bir kariyer olabilir. İlla NASA’da fiziksel iş yapmak yerinde dışarıdan da birçok işbirliği olabiliyor, bunlara katılım şartları da zorlanabilir.
Tayfun Kumaş (SDN): Zaman ayırıp sorularımı cevapladığınız için size çok teşekkür ederim. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Umut Yıldız (NASA/JPL): Ben teşekkür ederim, son olarak sanırım tekrar edeceğim şey de, eğer uzay sizi de heyecanlandırıyorsa, umuyorum siz de uzayla ilgili bir kariyer yapmak istersiniz. Bu alan hem heyecanlı, hem yepyeni gelişmelere açık olduğu için birçok şeyi önceden öğrenip hatta sizin keşfetme şansınız var. Umuyorum siz de bu alana katılırsınız.
Bonus Olarak Şu An Sosyal Medyanın En Popüler Paylaşımı!
Kaynak adres : https://www.shiftdelete.net/nasa-turk-astrofizikcisiyle-gelecek-uzerine-konustuk-72571